29 Şubat 2016 Pazartesi

Farklı Olmak Mı?

2005 Ocak


Zeynep  anlamsız bir telaş içinde.  Nabzı hızlı hızlı atıyor. Gecenin bir buçuğu olmuş bile. Otobüsün penceresinden dışarıya bakıyor. Dışarısı siyah değil. Yerlerin beyazı gökyüzünü gri yapmış…

Yolculukta ayağı rahat etsin diye giydiği spor ayakkabı mola yerinde kayar mı acaba diye düşünüyor. Parlaklığı gece ile kaybolmuş, mat ve soluk bir beyaz olmuş ovada bir tek yüz görüyor. Gözlerinde hüzün, gözlerinde sevgi, gözlerinde hiçbir şey olan sevgili yavrusu… Kalbi ağlıyor, gözlerindekine hakim ,ama ya kalbine..

Özledim diye düşünüyor. Çocukluğunda, kızdığın zamanlarda bize duyuracak bir ses tonu ile söylenmeni, sınav günleri, okula gitmek için evden çıkarken kapı aralığından “ anne başarırım değil mi?”  diye sormanı daha birçok şeyi ve en çok da annecim diye sarılmanı....

Beş ay önce, o güzelim Eylül günü doktorun söylediği ile karardı. Parlak sarılar koyu kahve oldu. Soğumaya başlayan havanın insanı sarıp sarmalayan esintisi  fırtınaya döndü.
Bu olası mı diye söyleniyor.

Doktora gitmiş olmanın  doğru olduğuna kendini inandırmalı önce.. Kafası büyümüş gibi sanki…İçinde yüzlerce ses…  Başlıyor anlatmaya, kendine, içindeki seslere….

Sıradan insanlardan farklı benim çocuğum. Benden, babasından farklı o. Ben farklı olması ile gururlanmadım mıi ?  Çok kitap okuması, çok şey bilmesi, çok iyi bir hafızası olması, kötü alışkanlık edinmemesi, biraz uçuk, biraz kaçık olması ile........
Şimdi neler oluyor? Çocuğumu doktora ben götürmedim mi?  Arkadaşları  azaldı, hep yalnız, üniversiteye devam etmiyor, ev en büyük sığınağı diye,  Indigo çocuk olduğuna inanıyor diye ve bu çocuk hayatını nasıl sürdürecek diye ve herkese doğru olan ona neden ters geliyor diye?
Şimdi telaş içindeyim, korku içindeyim diyor mırıltı ile.

Doktorun söyledikleri doğru mu? Bu ilaçlar ne yapıyor böyle? Çocuğumun günlerinden günler mi çalıyoruz? Gözlerindeki ışığı alıyor muyuz? Bebeğimi üzüyor muyuz?

Yok mu yardım eden?

Daha 5 yaşında. Kumsalda uzanmış, dikkatle elindeki satranç kitabını inceliyor. Sanki  okuyor ve taşların hareketlerini anladığını söylüyor. Ben nasıl da mutluyum. Kendi kendime gülümsüyorum ve  elimdeki kitaba dönüyorum.

Daha 6 yaşında. Anaokulu sene sonu gösterisi.  Keloğlan..  Çok güzel,  mutlu ve  başarılı. Sesine hakim, ezberini unutmadı. Tüm veliler ayakta alkışlıyor. Gözlerimde yaşlar, içim sıcacık, nasıl da gururluyum..

Daha ilkokul birinci sınıfta.  Henüz cep telefonları yok. Okul Müdürünün odasından beni arıyor ve “anne geç kalmayacaksın değil mi?” diye soruyor. Nasıl da mutluyum kendi işini hallediyor diye..

Daha 8 yaşında. Sünnet oluyor. Tören yerine bilgisayar almamızı istiyor. Nasıl da gururluyum. Akıllı oğlum…

Daha  hazırlık sınıfında, Fransızca öğreniyor….Nasılda mutluyum sınavları başardı diye, İngilizce nasıl olsa öğrenir, Fransızca bilecek diye…..

Daha 18,19,20 yaşında.. 3 kez girdiği Üniversite sınavının üçünde de iyi üniversiteler, iyi bölümler kazanıyor. Nasıl da anlatıyorum bu çocuk bir de çalışsa ne olacak diye…

Zeynep’in dikkati yine ayaklarındaki spor ayakkabılara kayıyor. Mola zamanı…. Dışarısı kar ve buz.. Kaymadan yürümeliyim diyor.

Saat 2.30. Araba hareket ediyor….Dışarısı müthiş. Bir köyden geçmekteler. Yer beyaz, gök gri, mor ve siyah. Gökyüzünde yüzler gizli sanki. Tek tük evlerde ışık var, kavak ağaçları, ipten doğru dizilmişler. Çamlar karla kaplanmış ve özgürce dallarını uzatmış olan diğer ağaçlar… 

Evler seyreliyor, gözden kayboluyorlar. Göz alabildiğine beyaz.. İçim serinledi diye düşünüyor Zeynep. Başım  neden böyle? Sanki çok ağlamışım da, başımı taşıyamıyormuşum gibi…

Yan koltukta oturan oğluna bakıyor, gözlerinde nem, kalbinde hıçkırıklar…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder